Romanya’da dolu dolu bir hafta geçirebileceğiniz harika bir rota çıkardık! Kendimiz test ettiğimiz ve çok memnun kaldığımız için sizinle de özellikle paylaşmak istedim. Deneyimlediğimiz her şeyden bahsedeceğim 🙂
Öncelikle İstanbul’dan Bükreş’e uçtuk. Babamın Bükreş’te yaşadığından bahsetmiştim, orası hakkında bilgiler için bu yazıya göz atabilirsiniz.
Transfagaraşan
BBC Top Gear tarafından dünyanın en iyi yolu seçilen Transfagaraşan Romanya’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden bir tanesi. Bir yolun neden bu kadar tavsiye edildiğini orada bulunmadan anlamak çok güç ama gidince ne demek istediğimi anlayacaksınız 🙂
Burası aslında yılda 4 ay açık ama duruma göre bu süre değişebiliyor. Mesela geçtiğimiz yıllarda sadece 2 ay açık kalabilmiş. Yol çok keskin virajlı ve uçurumlu olduğu için hava şartlarından dolayı açık kalamıyor.
Transfagaraşan 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği Çekoslovakya’ya saldırınca, Romanya’ya yapılabilecek olası bir saldırıda stratejik bir rota olsun diye Çavuşesku tarafından yaptırılmış. Ama Çavuşesku’nun yolu, Transalpina’ya inat yaptırıldığını da söyleyenler var.
Romanya’nın 90 km’lik, en virajlı, tünelli bu yolunda inanılmaz manzaralar, eşekler, koyunlar ve bizim gibi şanslıysanız ayılar görebilirsiniz!
Castelul de Lut Valea Zânelor
Türkçesi “Periler Vadisi’ndeki Kil Kale” olan bu kale aslında bir otel. Biz ilk otel olduğunu öğrendiğimizde biraz hayal kırıklığı oldu diyebilirim, o kadar masalsı bir yer ki sanki daha başka bir şey olmalı gibi düşünüyorsunuz. Görüntüsünün dışında bir diğer güzel tarafı da tüm otelin saman, kum gibi organik ve sürdürülebilir malzemeler kullanılarak yapılmış olması.
Burası Porumbacu de Sus’ta yer alıyor. Aslında köy içerisinde gezilebilecek tatlı yerler vardı ama biz gittiğimizde o kadar çok yağmur yağdı ki dolaşamadık.
Castelul de Lut Valea Zânelor’da şimdilik konaklanmıyor, kaleyi dışarıdan görmek, kahve içmek ve yemek yemek için gelebilirsiniz.
Carta Manastırı
Romanya’nın en eski Cistercian Manastırı olan Carta Manastırı’nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kuruluşunun 1202-1203 yıllarına dayandığı düşünülüyor. Manastır, 13. yüzyıl boyunca çeşitli aşamalarda inşa edilmiş ve restore edilmiş ve 1241’deki Moğol istilası tarafından büyük ölçüde tahrip olmuş. Daha sonraki yıllarda yeniden inşa edilmiş ve Gotik tarzı, Güney Transilvanya’daki diğer dini anıtlar için bir ilham kaynağı olmuş.
Ayrıca bu manastır 23 yaşındaki Rahibe Marina Irina Cornici’nin Rahip Daniel Corogeanu ve ona yardım eden 4 rahibe tarafından çarmıha bağlanarak şeytan çıkarma ayini sırasında ölmesi ile de biliniyor. Buna dair hem Romen hem de dünya basınındaki haberlere ulaşabilirsiniz (Guardian, NY Times, BirGün). Ayrıca bu olaydan esinlenen “The Nun” filmi de Carta Manastırı’nda çekilmiş.
Cincşor Köyü
Cincşor aslında Romanya’daki terk edilmiş Sakson köylerinden bir tanesi. Köy, 12. yüzyılda Saksonlar’ın Fagaraşi Dağları’nın eteklerine gelip, Olt nehrinin kıyısındaki konumu nedeniyle büyük bir stratejik role sahip olan bu yere yerleşmeye karar vermesiyle kurulmuş. Köyde yaşayanlar yüzyıllar boyunca birçok acımasız saldırıya maruz kalmış.. bu yüzden de kiliseyi köyün ortasına inşa etmişler. 1421’de tamamlanan kiliseyi 15. ve 16. yüzyıllarda güçlendirmişler.
Bizim kaldığımız otel sahiplerinin (Cincsor Transylvania Guesthouses) buraya gelip kültürel ve manevi merkezini oluşturan ana binaları restore etmesiyle canlanmış. Burası 2 ev 2 tane de 4-5 odalı otelden oluşuyor. Biz otel kısımlarından birinde kaldık. Kaldığımız ev 1910 yılında Art Nouveau tarzında inşa edilmiş bir Protestan Sakson okuluymuş. Ne yazık ki yemekler bizim beklentimizi pek karşılayamadı, sizin de aklınızda bulunsun.
Çok keyif alarak gezdiğimiz Cincşor Köyü geçmişinden farklı olarak günümüzde çok huzurlu bir yer. Kilisedeki 1805 yılından kalma orgun sesini dinleyerek köyü dolaşmanın tadı bir başka!
Biertan
Bayılarak gezdiğim orta çağ köylerinden bir başkası, Biertan! Burası Sakson mimarisini koruma şekli sayesinde Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmiş. Sokaklarda dolaşmak, renk renk evlerin arasında kaybolmak çok keyifli olsa da Biertan’da mutlaka görmeniz gereken yer yine orta çağdan kalma kilise.
Kiliseye 1515 yılında Johannes Reichmuth tarafından Sighişoara’da inşa edilen kutsallığın kapısından giriyorsunuz. Kapının bugün hala çalışan ve tek bir anahtarla etkinleştirilen 19 kilidi var. Hatta bu kilit, 1900’lerde Paris World Exposition’da bir mühendislik harikası olarak ödül almış.
Burası ile ilgili ilginç bir hikaye de çiftlerin boşanmasına izin verilmemesi ile ilgili. Problem yaşayan çiftler kiliseye geliyor ve bir süre burada birlikte kapalı kalıyormuş. Bu şekilde çiftler konuşarak, aile bağlarını güçlendirerek sorunlarını çözüyorlarmış. Bu “evlilik hapishanesi” ile birlikte 300 yılda köyde tek bir çiftin boşandığı söyleniyor.
Cluj-Napoca
Cluj, Transilvanya’nın resmi olmayan başkenti olarak biliniyor. Aynı zamanda burası bir üniversite şehri. Genelde gençler olduğu için canlı bir gece hayatı olduğu söyleniyor.
Bana sorarsanız şehrin en keyifli yanı Sakson ve Macar egemenliğinen kalma yapılar ve adım başı kocaman kitapçılar. Tabi köylere kıyasla biz bir şehre geldiğimizi fazlasıyla hissettik ama kültürel açıdan Romanya’nın çok önemli şehirlerinden bir tanesi olduğunu sokaklarda dolaştıkça anlıyorsunuz.
Burada da Platinia Hotel‘de kaldık. Diğer kaldığımız otele kıyasla çok farklı bir konsept olduğunu söyleyebilirim 🙂
Castelul Corvinilor
Hunedoara’da yer alan Corvin Kalesi, Romanya’nın en etkileyici kalelerinden bir tanesi. Kalenin geçmişi 1446 yılına dayanıyor. Sonradan Macar komutanlarından biri olan Janos Hunyadi tarafından genişletilmiş.
Efsaneye göre kalenin en önemli genişletme çalışmaları Türk mahkumlara özgürlük vaadi ile yaptırılmış. Fakat iş tamamlandıktan sonra öldürüleceklerini anlayan Türkler bu kaleyi lanetlemiş. Hunyadi’nin Vlad Tepeş’i (Kazıklı Voyvoda) burada hapsettiği söyleniyor. Kalede hala devam edilen kazılarda gizli odalar ve işkence odalarının gizemi araştırılıyormuş. (Vlad Tepeş’in hayatını merak ederseniz buraya göz atabilirsiniz.)
Șură din Joseni
Şura din Joseni, 1223 yılından kalma Porumbacu de Sus köyünde yer alıyor. Köyün kendisi harika! Köyün içerisinde kalabileceğiniz birkaç farklı yer var aslında ama özellikle kalabalık bir grup gelecekseniz, bizim kaldığımız evde çok keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Öncelikle evde her şey var! Müzik sistemi, film izlemek için projeksiyon, langırt, satranç, kutu oyunları,…
Ev çok keyifli ama böyle bir köyde konaklamanın zorlukları da var tabi. Yemeğinizi sizin yapmanızı özellikle tavsiye ediyorum. İsterseniz yemek yapıp getiriyorlar ama makarnada bile çok büyük problem yaşadık. Evin sahibi İngilizce bilmiyor, biz Rumence konuşan tanıdıklarımız sayesinde iletişim kurduk.
Böyle kalabalık, bir sürü eşya olan bir evde en çok korktuğumuz şey temizlikti. Fakat korkularımız boşa çıktı çünkü ev o kadar temizdi ki! Her şey sabun kokuyordu.
Köyün kendisi, evin içi (her şeyi göstermem imkansız gerçekten) bahsettiğim tüm olumsuzluklara rağmen bizi çok etkiledi ve harika zaman geçirdik. Eğer bu tarz bir gezi planlarsanız buraya gelmenizi (önceden yemek kısmını ayarlayarak :)) önerebilirim.
Transalpina
Transalpina, Parang Dağlarından geçen, yemyeşil devasa ağaçları ve nefis gölleriyle Karpat Dağlarının en yüksek noktalarından bir tanesi. Bu yol, aslında 1938 yılında Kral II. Charles tarafından açılmış. II. Dünya Savaşı sırasında ise Kral II. Carol yolu Alman askerlere yeniden yaptırmış. O zamanlar sadece askeri amaçlarla kullanılıyormuş (bahsettiğim gibi Çavuşesku Transfagaraşan’ı bu yüzden yaptırdığını düşünenler de var).
Yolun en yüksek noktası 2145 metre seviyesindeki Urdele Geçidi. Hava çok sık değiştiği için burası Şeytan Geçidi olarak da biliniyormuş.
Transalpina, muhteşem manzaralar görmek için birebir! Özellikle yemyeşil dağ manzaraları hoşunuza gidiyorsa mutlaka tavsiye ederim.