“Toplumsal Cinsiyet” başlığı altında üç kitap ve üç film önerisi ile karşınızdayım. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; her kitap kapağını açtığınız andan itibaren sizi farklı bir dünyaya ışınlar. Birden kendinizi olay örgüsünün içinde kitap karakterleri ile konuşurken bulursunuz. Sanırım bu durum kitapların görünmez büyüsü 🙂 Bu büyüyü seviyorsanız sıkı durun; yeni dünyalarla ve büyülerle tanışma vakti!
Kitap önerileri
Kendine Ait Bir Oda (Virginia Woolf)
“Genç bayanlar, bence siz utanç duyulacak kadar cahilsiniz. Asla önemli denecek bir keşif yapmadınız. Asla bir imparatorluğu sarsmadınız ya da bir orduyu savaşa götürmediniz. Shakespeare’in oyunlarını yazmadınız ve asla barbar bir ırka, medeniyetin nimetlerini tattırmadınız. Mazeretiniz nedir?”
Evet, öneri listemdeki ilk kitap; Virginia Woolf’un 1929 yılında kaleme aldığı ‘Kendine Ait Bir Oda’. Yukarıdaki alıntıdan da anlayacağınız üzere, Woolf bu kitabında biz kadınlara sesleniyor. Biz kadınlar özellikle 16.yy’da neden önemli bir keşif yapmadık? Neden harika oyunlar yazmadık? Ve neden ismimiz ile var olmadık? Kitapta sorduğu bu sorulara hayali bir karakterin varlığı ile cevap veriyor Woolf. Shakespeare’in en az onun kadar yetenekli bir kız kardeşinin olduğunu varsayıyor. Yetenekli olan bu kız kardeş de tıpkı abisi gibi oyun yazmak istiyor. Fakat ilk duvarı annesi ve babası ona örüyor. Çünkü onlara göre bir kadın oyun yazamaz. Bu kız kardeş annesine ve babasına karşı geliyor ve evini terk ediyor. Tek hayali oyun yazmak ve bu oyunları sahnelemek. Ama sonra gittiği yerlerde alay konusu oluyor. Bir kadının oyun yazması ve bunu sahnelemek istemesi komik karşılanıyor. Onunla alay eden bir erkeğin merhameti onun yeteneğini gölgeliyor ve ailesini dahi karşısına almış bu kız kardeş evleniyor. Sonrasında bu kız kardeş, hayalinden vazgeçtiği ve istemediği bir hayat yaşadığı için yaşamına son veriyor. İşte o zamanlarda bir kadın eline kalem aldığında sınırlandırılacak, bir şekilde yazmasına karşı çıkılacaktı.
Bu kitabı okuduktan sonra bir sosyoloji öğrencisi olarak bana anlatılan klasik sosyologların ve filozofların çoğunun erkek olduğunu fark ettim. Kadınlar yazmamış mıydı? Düşünceleri yok muydu? Elbette vardı. Hatta bilmemiz gereken önemli düşüncelerdi. Ama bize anlatılmıyordu. Belki Woolf’un da dediği gibi bu kadınların çoğu düşüncelerini yazmış ve sonra aileleri görmesin diye yakmıştı. Temel rolleri yazmak değil, ev işleri yapmaktı belki. Bu yüzden yazıları bize ulaşamamıştı ya da çok az ulaşmıştı. Tam bu noktada yine Woolf’un biz kadınlara bir tavsiyesi var.
“Kendinize ait odanız olsun. O odada istediğiniz kadar yazın, para kazanın. Ve odanıza kimse giremesin.”
Okuduktan sonra birçok konuda bilinçlendiğim bu harika kitabı önemle tavsiye ediyorum. Woolf’un cesur dünyasına kendinizi güvenle bırakabilirsiniz…
Tohum ve Toprak (Carol Delaney)
Şimdi de bir antropoloğun iki yıl süren etnografik yolculuğuna gidiyoruz.
Tohum ve Toprak; Amerikalı Antropolog Carol Delaney’in 1980 yılından 1982 yılına kadar Ankara’ya bağlı bir köyde yapmış olduğu etnografik yolculuğu ve özellikle bu yolculukta ele aldığı “Yaratılış ve Cinsiyet” konularına odaklanıyor. Bu kitapta özellikle toplumsal cinsiyet rollerinin bir toplum tarafından iki masum imge ile nasıl şekillendiğini görüyorsunuz.
Tohum ve toprak çok masum iki imge olarak görünse de aralarında yine toplum tarafından oluşturulan bir hiyerarşi söz konusu. Bu hiyerarşik ilişkide tohum erkeği simgelerken; toprak da kadını simgelemektedir. Okurken toplumsal cinsiyet bağlamında çok şey öğreneceğiniz, ataerkil sistemin kökenlerinin nereden geldiğini fark edeceğiniz bu kitabı da önemle öneririm.
Kitabı okurken kendinizi bir an Delaney’in köydeki kadınlar ile yaptığı çay partisinde bulacak, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin nasıl kurgulandığını birinci ağızdan dinleyeceksiniz. Şimdiden iyi yolculuklar dilerim…
Ben Malala (Malala Yusufzay – Christina Lamb)
Evet! Son önerim de “Ben Malala”. Bu kitap, şu an hayatta olan ve eğitim hakkı için büyük bir mücadele vermiş “Malala Yusufzay”ın otobiyografisi. Malala Yusufzay ,Pakistan’ın Svat vadisinde dünyaya gelmiş ve okula gitmeyi çok seven küçük bir kız çocuğu iken; doğru yolda olduğunu savunan etnik bir grup oluşmaktadır. Bu etnik gruba göre kız çocuklarının okula gitmesi yanlıştır. Bu doğrultuda ülke genelinde kız çocuklarının okula gitmesi yasaklanır. Bu durum okulunu ve arkadaşlarını seven Malala Yusufzay’ı çok üzer. Ve Malala Yusufzay eğitim hakkı için bu etnik grup ile mücadele etmeye karar verir. Çünkü ona göre eğitim herkesin hakkıdır ve herkes bu haktan yararlanma özgürlüğüne sahiptir. Malala Yusufzay’ın otobiyografisi olan bu kitabı okuduğunuzda küçük bir kız çocuğunun eğitim hakkı için verdiği kıymetli mücadeleyi görecek, bir kişinin bile çıkardığı sesin önemini anlayacaksınız.
Okurken birçok noktada motive olduğum bu harika kitabı da size kesinlikle öneririm. Bazen herhangi birinin vermiş olduğu mücadelede kendimizden bir şeyler görebiliyor ve o an güçlü olduğumuzu hissedebiliyoruz. Bu yüzden Malala’nın verdiği mücadeleden kendinize dair birçok parça bulacaksınız bence.
Film önerileri
Şimdi de kitapların eşsiz büyüsünden çıkıp filmlerin dünyasına girelim sizinle.
Ki&Ka (2016 – Romantik / Komedi)
Öneri listemdeki ilk film; Kim Kadın Kim Koca.
Ki&Ka mevcut toplumsal cinsiyet rollerine meydan okuyan Hint yapımı bir film.
“Toplumsal cinsiyet rolleri tam tersi olsaydı yani kadın evi geçindirseydi erkek de evde ev işleri yapıyor olsaydı acaba nasıl olurdu?” Bu soruyu bir kez bile sormuşsanız ve cevabını merak ediyorsanız bu filmi kesinlikle izlemelisiniz! Çünkü bu filmde kadının evi geçindirmekle yükümlü olduğu, erkeğin de temizlik ve yemek yaptığı bir evlilik var. Bu evlilik toplum tarafından başta “Farklı / normal olmayan” şeklinde algılansa da zamanla merak edilen bir evlilik formuna evriliyor. Film de bu iki karakterin toplum tarafından normal olmayan evliliklerini romantik komedi formunda ele alıyor. Filmde en çok toplum tarafından duygularını sınırlandıran erkek profilinin aksine, erkek karakterin ağlamasını beğenmiştim…
Sözü daha fazla uzatmadan sizlere ilk olarak bu filmi öneriyorum. Filmi izlerken toplumun neyi normal olarak kabul ettiğini, neyi normal olmayan şeklinde kodladığını da sıkça sorgulayacağınızı düşünüyorum… Şimdiden iyi seyirler!
Dangal (2016 – Spor / Aksiyon)
“Cinsiyet rollerini nereden öğreniriz? Bu rolleri kimler oluşturur? Ya da bir kadın güreşçi olabilir mi?”
Dangal, tam da bu sorulara yanıt veren Hint yapımı bir film. Bu filmin temel konusu; güreş hayranı bir adamın yıllarca erkek çocuk özlemi ve bu özlemin gerçekleşmemesi. Çünkü bu adamın üç kız çocuğu oluyor. Adam ilk zamanlarda üzülüyor, çünkü güreş dalında ülkesine birincilik getirecek bir çocuğu olsun istiyor. Tabi bu çocuğun da toplumsal cinsiyet rollerine göre erkek olması gerektiğini düşünüyor. Sonra bir gün kızları iki erkek çocuğu dövüyor ve bu çocukların ailesi bu adamın yanına gelip kızlarından şikayetçi oluyor. Sıkı durun! Filmin toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıktığı kısmı başlıyor. Güreşçi çocuk hayali ile yaşayan adam o andan sonra; ‘Güreşçi bir çocuğum olsun istedim, bir kız da güreşçi olabilir’ diyerek kızlarını eğitmeye başlıyor.
Filmin bu kısımlarında bir hedefe ulaşmak için dökülen terleri, bir öğretmene sadık kalmanın önemini ve kazanmanın içinde bazen kaybetmenin de olduğunu görüyoruz. Ve tabi ki oluşabilecek her türlü toplumsal baskıyı da bir kenara bırakmanın gerekliliğini görüyoruz. Çünkü kızlarını güreşçi olma yolunda eğitirken herkes adama bir şeyler söylüyor. ‘Kız çocuğundan güreşçi mi olur? Bu adam çıldırmış.’ gibi birtakım söylemler oluşuyor. Ama adam bunların hiçbirini umursamıyor. Süreç içerisinde kızı finale kalıyor. Finalden önce babasının kızına “Şu kızlara bak! Yarın kazanırsan tek başına kazanmayacaksın. Seninle beraber milyonlarca kız kazanacak. Erkeklerden aşağı görülen tüm kızlar kazanacak! Ev işleri yapmaya, çocuk büyütmeye zorlanmış kızlar. Yarınki müsabaka çok önemli kızım. Çünkü yarın sadece o Avusturyalı ile değil; kızları aşağı gören herkesle mücadele edeceksin.” sözleri topluma ve toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkıyor.
Aamir Khan’ın güreş hayranı baba rolünü üstlendiği bu harika filmi de sizlere öneriyorum. Gözlerinizi kapatın ve tüm sınırlandırılmaları unutun! Çünkü yapmak istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. “Dangal” bunu söylüyor!
Sorara’yı Taşlamak (2008 – Dram)
Sorara’yı Taşlamak; kocası tarafından iftiraya uğramış bir kadının recm kanunu gereği taşlanarak öldürülmesini konu alıyor. Film İran’da katı şeriat rejiminin uygulandığı bir dönemde bir kadının suçsuz olduğu halde din-toplum normları gereğince öldürülmesini anlatıyor.
“Recm nedir? Recm denilen kanun kadın ve erkeği eşit mi etkiler? Kadın ve erkeğe ne gibi roller verir?” gibi soruların cevabını merak ediyorsanız mutlaka izlemelisiniz. Bu filmi izlediğimde çok üzüldüğümü hatta ağladığımı hatırlıyorum. Bir kadın olarak ne kadar suçsuz olursanız olun bazı kesimler sizi damgalamışsa suçsuz olduğunuzu ispatlamanız bir hayli zorlaşıyor. Özellikle yaşadığınız yer ve dönemde ataerkil bir sistem varlığını sürdürüyorsa ve alternatif kurumlar ile destekleniyorsa yaşam mücadeleniz daha fazla zorlaşıyor.
Sözü daha fazla uzatmıyor; bir kadının erkek yanlı bir sistemle verdiği mücadeleyi konu alan bu filmi öneriyorum sizlere.
Bu hafta sizler için hazırladığım öneri listem bu şekilde. Her film ve her kitap kendinden bir şeyler verir bizlere. Bunları alıp saklamayı bilirsek, o filmin ve kitabın dünyasına girmeyi başarmışız demektir. Kitapların kapağını açacağınız ve filmlerin dünyasına gireceğiniz musmutlu haftalar dilerim…