Bu sene hayatımdaki ilklerden birini daha yaşayarak Kaş ile tanıştım. Herkesin akın akın gittiği, popülasyonu yaz dönemi 5 katına çıkan Kaş, sonbahar aylarında ne de güzel ve sakinmiş! Yine kalabalık olsa da rahatlıkla çarşısının içinde gezebildiğiniz, denizinde yüzebildiğiniz ve gönlünüzce yemek yiyebileceğiniz bir zaman olduğu için artık sonbahar aylarında biz nereye gideceğimizi çok iyi biliyoruz 🙂
Büyük şehir fiyatlarından sonra çok daha hesaplı olduğunu da söyleyelim. Herkesin mutlu olduğu bir yer görmek de alışılmamış bir manzaraydı!
Eğer hala tatil için enerjiniz ve zamanınız var ise, Kasım sonuna kadar hala denize girilebilirken mutlaka uğramanızı öneriyoruz. 3 günlük bir ziyaret olmasına rağmen dolu dolu geçirdiğimiz bu tatili sizlerle adım adım paylaşalım.
1. White House Pansiyon
Aile işletmesi olan bu pansiyon, yıllardır Kaş ziyaretçilerinin odak noktalarından birisi. Tam şehrin merkezinde olan pansiyonun sahipleri, mekana giriş yaptıktan itibaren çıkana kadar her daim ilgi ve alaka ile sizi evinizde gibi hissettiriyor. Oldukça samimi, tertemiz ve sessiz. Kahvaltı ederken pansiyonun kedisi Kömür ile tanışmayı sakın unutmayın!
2. Kekova Tekne Turu
Kaş deyince, tekne turu olmadan bir tatil, tatil sayılmaz. Tatilin ilk gününden kendimizi masmavi suların ortasına attık. Cam gibi berrak, yer yer turkuaza dönen öyle güzel koylar var ki! Hangi tekne turunu seçeceğinize karar vermek, tatilin en meydan okuyan kısmıydı diyebiliriz.
Biz Kekova turu ile ilerledik. Önce durak noktasından tur servisine binerek yaklaşık 1 saat uzaklıktaki Kekova’ya ulaşıyorsunuz ve oradan tur teknesi ile açılıyorsunuz. Kral mezarları, Helenistik dönemden kalma yerleşim yerleri, efsaneler ve lanetler, batık tersaneler derken inanılmaz bir tarihin içinde yaptığımız yolculukta elbette Simena Adası’ndaki ünlü ev yapımı dondurmaları da denemeden geçmedik.
3. Derya Beach
Tekne turu dışındaki iki günümüzü de Derya Beach’te geçirdik. Şehir merkezine 10 dakika yürüyüş mesafesinde olduğu için, farklı bir yere gitmeye çalışmak yerine hemen denize atlayabileceğimiz bir yeri tercih ettik.
Sonbahar ayı olmasının da etkisiyle, oldukça rahat yer bulduk. Plajların aksine, burası bir burun çıkıntısının üzerine kurulu, merdiven ile aşağı inerek denize ulaştığınız bir yapıya sahip. Bu yapısı sayesinde, şezlongunuzda yatarken denizin üzerinde süzülüyor gibi hissediyorsunuz ve buz gibi cam berrağı bir su ile bakışıyorsunuz. Akşamüstü saatlerinde ise mekanın barına geçerek denize karşı güneşi batırmanın tatlı hissi ise anlatılmaz, yaşanır 🙂
4. Zula Meyhane
Kırmızı-mavi, yemyeşil bir köşkün bahçesinde oturduğunuzu düşünün… Kaş’ın cıvıl cıvıl renklerini benimseyen, lezzetli yemeklerine doyamadığımız harika bir yer oldu. Mekan her ne kadar otantikse de yemekleri o kadar modern. Fiyat performansı bakımından da oldukça başarılı olan bu meyhaneye eğer yaz aylarında gitmeyi planlarsanız mutlaka rezervasyon yaptırmanızı ve erken saatlerde gitmenizi tavsiye ederiz.
5. Linckia Roastery Cafe
“E peki nerede dinlenebiliriz? Kahvemiz nerede?” diye sorduğunuzu duyar gibiyiz.
Benim için Kaş’ın en zorlu yanı, hiçbir yerde düzgün kahve bulamamaktı. Varsa yoksa Türk kahvesi, hazır kahve ve makine kahveleri olduğu için ilk günüm biraz arayışla geçti. Derken, kendimizi Lickia Roastery Cafe’nin önünde bulduk. Farklı çekirdek klasmanlarıyla herkesin damak zevkine hitap edecek kahveleri ile kahve-severler için mükemmel bir duraklama noktası. Biz çok tok olduğumuz için tatlılarını denemeye fırsat yaratamadık ancak giden olursa önerilere açığız 🙂
Yeme-içme aktivitesinin yanı sıra, mekanın müdavimlerinden Jack Russel cinsi Jordan ile top yakalamaca oynayarak hem onu hem kendinizi neşelendirebilirsiniz!