Ana sayfa Sürdürülebilirlik Kapitalosen Çağında Godot’yu Beklemek

Kapitalosen Çağında Godot’yu Beklemek

yazan Cansu Sönmez

21. yüzyıl için geçmişte büyük hayaller kuran insanlık bugün ciddi varoluşsal bir tehditle karşı karşıya. İklim krizi ve biyolojik çeşitliliğin yıkımı başta olmak üzere çok yönlü bir ekolojik kriz bizleri bekliyor. Bilim insanlarının da bu çağa verdikleri bir isim var Antroposen. Antroposen, Dünya üzerinde insan etkisinin en çok görüldüğü çağ demek. Kelime ilk kez 2000 yılında yerküre sistemi bilimcileri tarafından Uluslararası Jeosfer-Biosfer Bülteninde yer alan kısa bir makalede kullanılmış.

Bu sürecin başlangıcına dair farklı görüşler var. Önermeleri şöyle sıralayabiliriz; 11.700 yıl önce, yani Holosen’e geçiş olarak kabul edilen zamanda başladığını öne süren düşünce. (Holosen, son buzul çağının sona erdiği dönem. İnsan toplulukları daha ılık olan kuzey yarımküreye yayılmış ve tarımı geliştirmiş.) Beşeri faaliyetin günümüze ulaşmayı başarmış ilk kanıtlarına kadar bizi götüren düşünce modeli ise Erken Antroposen’in başlangıcını çok daha geriye götürüyor. Bazı araştırmacılar ise bu sürecin 18. yüzyılda buharlı makinenin icadıyla birlikte 1786 yılına dayandığını ileri sürüyor. Son olarak Antroposen’in 1945 yılında başladığını öne sürenler var. Bu da, ilk nükleer silah deneyleri ve silahın savaşlarda kullanılmasına dayanıyor.

Nükleer deneyinin kalıntıları, kutup buzulları, göl çökelleri ve ağaç halkalarındaki radyoaktif izotop seviyelerinden tespit edilebildiğinden dünya genelinde bir tespit gerçekleştirmek de mümkün. Ağaç halkalarına bakıldığında, tam da nükleer silahların kullanılmaya başlandığı dönemde karbon izotopları seviyesinin aniden yükseldiği görülmüş.  

Naomi Klein (gazeteci, aktivist, yazar),  Antroposen terimini kullanmanın, sorunu insan doğasına indirgeyip kapitalizmin bu işten sıyrılmasına izin verdiğini düşünüyor. Bu nedenle bir takım araştırmacılar bu çağın “Kapitolesen” olarak adlandırılması gerektiğini vurguluyor. Tabi ki ekolojik kriz kapitalizmden kopartılamaz.

II. Dünya Savaşı’ından sonra kapitalizm doğrultusunda sistemi şekillendiren dünya devleri bütün alt yapıyı fosil yakıtlar üzerine kurdu. Savaştan sonra dev fosil yakıt şirketlerinin büyümesinin önü açılmış, enerji üretimi tüm dünyada iki katına çıkmış, savaş ve otomotiv sanayiye büyük yatırımlar yapıldı. Günümüzde birçok sektör fosil yakıtlara bağımlı halde. Savaştan sonra bahsedilen bütün bu yatırımların en büyük hissedarı ise ABD.

Yıllardır süren tüm bu yatırımlar ne yazık ki sermayedarlar için Dünyamızdan daha önemli görünüyor. Bu ekonomik denklemlerden dolayı iklim krizini sahiplenecek siyasi bir liderin olmaması, konuyla ilgili harekete geçilememesinin de en temel sebebi. Biraz ütopik de olsa sorunun ihtiyacı, çevreci siyasi kahraman. Öyle ki; iklim krizine çözüm konusunda yatırımcılara destek olacak düzeni oluşturacak, doğayı tekrar insanla iç içe getiren kent projeleri yapacak ve küresel çapta ilham verecek… Bu konuda yeterli kamuoyunun oluşması için basın yayın organlarının ve sosyal medyanın çözümlerin uygulanması konusunda belirleyici bir güç olacağını da unutmamak gerekiyor.

Netflix’teki güncel siyaseti kara mizah yaklaşımıyla ele alan The Politician dizisinin 2. sezonunda çevreci siyasi liderlerin olası etkilerini kurgusal da olsa görmek keyifliydi, izlemenizi tavsiye ederim. Dizinin 2. Sezonun 5. Bölümünde eyalet senatosu seçimindeki çevreci aday Payton’a kendisi için gönüllü çalışan seçmeninden “Eğer oy için bunu yapmıyor olsaydın yine de çevreci olur muydun?” şeklinde bir soru geliyor. Bunun üzerine Payton iklim krizini önemsediğini, bundan öte küresel bir problem görmediğini söylüyor ancak dürüst bir şekilde sürece kazanma odaklı başladığını, başlangıçta da böyle bir yol izlemediğini belirtiyor. Ayrıca gençlerden oy almanın tek yolunun iklim krizine karşı mücadele etmek olduğunu da söylüyor. Ve tüm seçim sürecinde ateşli çevreci bir rol üstleniyor. Yani karakter amacına giden yolda aslında küresel anlamda da fayda üreten bir tutku ediniyor.

Nietczhe’nin dediği gibi insan bencillikten kaçamaz, en iyi niyetlerle gerçekleştirdiği amaçta bile çıkar duygusu taşır, memnun etmenin memnuniyetini duyar. Ama önemli olan bu enerjiyi iyi bir amaca yönelterek fayda sağlayabilmek. Dizinin son bölümünde seçimi kazanan Payton daha rahatlamış bir karakter olarak karşımıza çıkıyor, anlamlı bir hayatın tek ögesinin hırs olmadığını söylüyor ve çevreyle ilgili bir çok yararlı çalışmalar gerçekleştirerek önemli olanın yapılması gerekeni yapmak olduğunu belirtiyor.

Kurgudan gerçeğe dönecek olursak ne yazık ki bugün kişisel siyasi çıkarlar adına basın yayın organlarını, sosyal medyayı yanlış bilgileriyle meşgul eden siyasi liderler küresel ısıtmanın gerçekliği ile ilgili toplumun algısını kirletiyor. Asıl mesele iklim adaleti. İklim adaleti, iklim değişikliğinin yaşanmasında en az sorumluluğa sahip olanların, iklim değişikliğinin sonuçlarından ilk ve en fazla etkilenecekler olması şeklinde tezahür eden temel bir adaletsizliği dile getirmek için kullanılıyor. Bu nedenle iklim değişikliğini sosyal eşitsizlik, ekonomik kalkınma, kapitalizm, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitlik, hak ve sorumluluk gibi konular üzerine düşünmeden ele almak zor. Söz konusu konular, iklim değişikliğine ilişkin tartışmaların merkezinde yer alıyor ve uluslararası iklim müzakerelerinin gündemini önemli ölçüde meşgul ediyor. IPCC’nin düzenlediği toplantılardaki kararların uygulanabilir hale gelmesi bu sebeple zaman alıyor. 90’lara dayanan bu toplantılarda uzunca bir süre protokolü kaç ülkenin imzalayıp imzalamadığı konuşuldu. Sonrasında salınımları hangi ülkelerin hangi oranda azaltacakları vb. konular tartışılarak yine sonuç odaklı çözümler üretilemedi. Sürecin başında en çok karbon salınımı yapan ülkeler başta ABD olmak üzere anlaşmayı imzalamadı. Geçtiğimiz yıllarda Trump’ın çıktığı Paris İklim Antlaşması’na Joe Biden tekrar dahil olarak çevreci bir politikacı olacağını eylemsel olarak gösterdi.

Yakın zamanda bütün küresel siyasetin gündemine iklim krizini tekrar taşıyan Greta Thunberg aslında günümüzde aranan iklim mücadelesinde kahramana dönüşmüş ve kendi neslini etkileyerek aktivizm adına yeni bir süreç başlattı. Bireysel bir eylemin sosyal medya ve basının gücüyle nasıl da küresel çapta kolektif eyleme dönüştüğünü sayesinde görmüş olduk. 2019 yılında Time Dergisi’nin “yılın insanı” seçtiği genç, hakkındaki spekülasyonlara rağmen iklim mücadelesi için bir ikon oldu. Gerçekleştirdiği eylem siyaseti etkiledi ve süreçteki boşa geçen zamanı sorgulamış oldu. İklime dair sosyal ve ahlaki boyutu bilimsel verilerle iç içe geçirerek gündeme taşıyan Thunberg, konunun ele alınışına yeni bir perspektif getirdi. Kısa ve net bir tavırla durumun aciliyetini anlattı.

Ülkemizde de son ayların en önemli gündemi: “Marmara Denizinin Ölümü”. Bireysel çabanın çok önemli olduğunu bilsek de asıl meselenin üstü örtülüyor. Sanayi ve kanalizasyon atıklarının arıtılmadan suya karıştırılması, denizde dengeyi yaratan çukurların çeşitli ulaşım projeleri için çamurla doldurulması ve daha niceleriyle baş edemeyen Marmara Denizinin üzeri müsilajla kaplı durumda. Hepimizin anılarını barındıran bu güzel deniz, önlem alınmazsa yakında kokmaya da başlayacak. Dilerim Thunberg’le beraber popülerleşen yeşil ideolojinin yansımaları ülkemizde de görülür. Bugün pek çok ülkede yeşiller radikal ya da reformist önerileriyle siyasal gündemi belirlemektedir. Bence “Yeşil İdeoloji” sağ ve sol fraktalın dışında gelecek nesil için yeni bir siyasetin sinyalini vermekte.

Sonuç olarak, kahraman arasak da Godot’yu bekleyecek vakit yok. Bu nedenle en iyisi amaçlarını yararlı tutkulara dönüştürenleri desteklemek, iklim için talep etmek ve talep ettiklerimizi gerçekleştirenleri takdir etmek.

Kaynakça

  • Empson, Martin (Ed.), (2020), “İklimi Değil Sistemi Değiştir”, Marksizm ve Antroposen: Camilla Royle
  • Empson, Martin (Ed., (2020), “İklimi Değil Sistemi Değiştir”, Fosil Yakıtlara Çaresizce Aldanmak: Amy Leather
  • Yıldırım, Y. (2020), “Greta Thunberg ve İklim İçin Okul Grevleri: Küresel İklim Aktivizminde Yeni Süre”, Politik Ekonomik Kuram Cilt 4

İlginizi Çekebilir

Bir Cevap Yazın