Ana sayfa Kültür - Sanat Hepimiz Birer Gezgin Miyiz?

Hepimiz Birer Gezgin Miyiz?

yazan Derin Tekin

Rutininizin dışında bir yere gittiğinizde önce ne yapmak istersiniz?

Bu sorunun o kadar çok cevabı olabilir ki… İster daha önce gittiğiniz bir yer olsun, ister ilk defa; ister yurt içi olsun, ister yurt dışı; dağ olsun, tepe olsun; kumsal olsun, deniz ve güneş olsun…  Kimi yöresel yemekleri tatmak için en yakın restoranı dener, kimi kendini doğaya emanet eder, kimi ise sokaklarında hayran hayran kendini kaybeder.

Peki, buradan yola çıkarak size bir sorumuz var. Seyahat etmeyi sevenlerin ortak yanı sizce nedir? Bizce aylak aylak gezmek!

Flâneur (kadınlar için kullanımı ise flâneuse) kelimesi de aslında tam olarak bunu tanımlıyor. Kelime olarak “aylak aylak gezen, gezerken çevresini ve toplumu izleyen”  anlamında kullanılıyor. İlk defa Charles Baudelaire tarafından 19. yüzyılda “The Painter of Modern Life”  yazısında kullanıldı. Modern şehir hayatı ile ortaya çıkan bu kelime, dönemin en önemli figürlerini tasvir etti ve günümüze kadar uzanan bir konsept oldu. Şehir hayatının hızlı akışına kafa tutarak yavaşlığı ve özgürlüğü ile ön plana çıkanları tanımlamak için kullanılan bu kelime, 3 temel hareket ile de kendini tanımlıyor: yürüyüş, gözlem ve yorumlama. Kalabalıkla bir olan ama kalabalığın içinde kendi benliğini koruyarak etrafındakileri inceleyen ve bundan ilham alan bireyler genellikle “flâneur” olarak adlandırılıyor.

Flâneur kavramı, olumlu veya olumsuz anlama gelebiliyor. Bir yandan “hayatın edebi güzelliği” olarak yorumlanırken, diğer taraftan “içinde bulunduğu toplumda tedirgin hisseden” anlamında da kullanılabiliyor. Hemen iki kavramı da açıklayalım:

  • Pozitif bakış açısı: Modernite ve sanayileşme ile sokakları dolduran kalabalık yaşamdan uzaklaşanlar, kapitalizmin getirisi olan tüketimi, lüksü ve gösterişi reddedenler ve kendini doğayla içselleştiren romantikler
  • Negatif bakış açısı: İşi olmayan, boş boş gezen, hayata tutunamayan ve toplumun dışında kalan kişiler

Flâneur aslında tüketim toplumunun gözlemcisi olarak ortaya çıktı desek yanlış olmaz. Çevresinde olup bitenleri eleştirel bir gözle takip eden, sadece kendine ait bir iç dünya kuran kişilerdi flâneur’ler. Bir nevi arşivcilerdi. Bazıları, gözlemlerini yazıyla, resimle ve diğer sanat dallarıyla belgeliyordu.

Özellikle impressionism (izlenimcilik) hareketiyle çalışmalarda bulunan ressamlarda bu konsepti rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.

Birkaç örnek üzerinden gidelim: Edgar Degas, Édouard Manet, Claude Monet, Pierre-August Renoir ve Henri de Toulouse-Lautrec.

Degas, Manet ve Toulouse-Lautrec resimlerinde sosyal eleştiriyi rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Çevrelerini izlerlerken aslında toplum içinde yanlış olarak gördükleri durumları resimleri aracılığıyla ifşa ediyorlar. (Sosyal eleştirinin izlerini takip etmek isteyenler Bakışın Gücü Üzerine Bir Yolculuk yazımıza göz atabilirler.)

Degas – The Absinthe Drinker
Manet – Un Bar Aux Folies Bergere
Toulouse-Lautrec – Marcelle Lender Dancing The Bolero In Chilpric

Monet ve Renoir ise flâneur özelliklerini daha çok dekoratif resimlerle ve kutlama hissiyatıyla yansıtıyorlar.

Monet – Argenteuil Basin With A Single Sailboat
Renoir – Dance At Le Moulin De La Galette

Günümüz flâneur kavramınının nasıl şekillendiğine dair farklı yorumlamalarda bulunan birçok düşünüre rastlamamız da mümkün. Merak edenler için önerimiz olan düşünürleri de paylaşalım. Felsefenin ve sosyolojinin kıyılarına hoş geldiniz!

  • Jean Baudrillard  
  • Zygmunt Bauman
  • David le Breton
  • Stefan Morawski

Sizi kendinizle baş başa bırakmadan önce, son sorumuzu da buraya bırakalım. Günümüzün flâneurleri sizce nasıl kendilerini gösteriyorlar? Netflix ve Instagram gibi içinde yaşadığımız teknoloji platformlarında geziniyor olmamız sizce bizi de flâneur yapar mı, yoksa kapitalist dünyanın kurbanları olarak aslında birileri tarafından izleniyor muyuz?

İlginizi Çekebilir

Bir Cevap Yazın