Yekta Kopan ile pandemiyle birlikte çoğu etkinliğin sosyal medya ve benzeri dijital platformlara kayması, seslendirme, yazarlık ve seyahat gibi konularda sohbet ettik. Sohbetimizi izlemek isterseniz, canlı yayın videomuza buradan ulaşabilirsiniz.
Peki neler konuştuk?
Dijital platformlar
Bir yıldan uzun bir süredir sadece dijital platformlar üzerinden görüşebildiğimizi konuşarak başladık. Pandemi dolayısıyla Yekta’nın da dahil olduğu birçok etkinlik Instagram, YouTube, Clubhouse gibi sosyal medya ve Zoom gibi dijital platformlara taşınmak zorunda kaldı.
Bana sorarsanız, böyle bilinmez bir dönemde en fazla kişiye, en hızlı şekilde ulaşmanın yolu buydu. Bir yandan da çoğumuz için normal şartlarda fırsat bulamayacağımız etkinliklere katılma, müze/sergi ziyaret etme, hatta şehir gezme şansı doğmuş oldu. Bu anlamda çok faydalı bir yanı olsa da, fiziksel olarak bir etkinliğe katılmakla, bir şehre gitmekle tabi ki aynı his olmuyor. Burada Yekta da dünyada neresi varsa ulaşabiliyoruz ama insan sosyal bir varlık, bu şekilde deneyimden geri kalmış oluyoruz dedi.
Ayrıca, tüm mecraların doğal olarak aktif bir şekilde kullanılmaya başlandığını söyledi. Hayata dair her şeyin bu platformlarda kullanılmasıyla birlikte “doz aşımı” yaşadığımız bir zaman diliminde olduğumuzdan bahsetti. İnsanların artık bu tarz yayınları takip etmek istemediğini, bilgisayar ya da telefon başında zaman geçirmekten yorulduğunu söyledi.
Bir yandan da bu durum kültür-sanat sektöründe çok tartışılan bir konu. Tüm dünyadan üreticiler bu sistemde bu iş nasıl sürdürülebilir olur, onu düşünüyor. Aslında melez modeller üzerinde (yani hem fiziksel gidebileceğiniz hem çevrimiçi katılabileceğiniz etkinlikler) çalışıldığından ama bu modellerde de ödeme sistemi, telif gibi sorunların ortaya çıktığından bahsetti. Herkesin tartıştığı bu konularda dünyanın geri kalanından farkımız da Türkiye’de kültür-sanat alanında çalışanlara herhangi bir devlet teşviği olmaması. Bu yüzden yarın, öbür gün, bir tiyatroya ya da konsere gitmek istiyorsak sorumluluk bize düşüyor.
Etkinliklere hazırlık süreci
Yekta’yı tanıyan herkes bilir, kültür-sanat ile ilgili her konuda farklı kişilerle farklı tür etkinliklerde yer alıyor. Her zaman da konuya çok hakim! Benim dikkatimi çeken ve merak ettiğim bir konu da, bu etkinliklere hazırlık sürecinin nasıl olduğuydu. O yüzden, hem kendim hem de bu tarz bir işe dahil olmak isteyenler için yardımcı olması açısından, özel olarak dikkat ettiği bir nokta var mı diye sordum.
Yekta da bir konukla sohbet edecekse, ve o konuğun özel bir konusu varsa (film, tiyatro, kitap, vb.), önce o konunun üzerine çalıştığını söyledi. Eğer bahsettiğimiz konu bir kitapsa, hızlı okuma yaparım dedi. Yani özetle, kişiden çok içeriğe çalışırmış. Tabi kişi ile ilgili bir çalışma yapmaya da özen gösterirmiş. Bir yandan bilmediği şeyler olduğunda dürüst bir şekilde karşı tarafa sormayı, biliyormuş gibi yapmamayı tercih edermiş.
Öte yandan, Yekta her zaman çok meraklı biriydi. Mesela evde müzik dinlerken hemen durdurur, kimler çalmış diye bakar; kitap okurken mutlaka künyesini okur, o yazarın diğer kitaplarına göz atar… Bu yüzden aslında o yayın için çalıştığı birkaç saatin arkasında yılların bilgi birikimi de var.
Sonuç olarak, en doğru kaynağın işin kendisi olduğunu ve kendi düşüncelerinizin bir başkasının o konuyla ilgili yazdığı bir yazı, yaptığı bir konuşmadan çok daha değerli olduğunu söyledi.
Seslendirme
Yekta Kopan deyince akla ilk ne geliyor desem vereceğiniz cevaplardan biri seslendirme olacaktır diye düşünüyorum. Zaten canlı yayınımızda da en çok bu konuda soru geldi 🙂
Ben aslında seslendirmeye 11 yaşlarında başladığını düşünüyordum ama canlı yayında Yeşim’den öğrendiğimiz kadarıyla 5 yaşında başlamış! 6-7 yaşlarında işi daha da ilerletmiş. 8 yaşından itibaren de ekonomik bir karşılık beklentisiyle bu işi yapmaya başlamış. “11’de artık baya iyiydim” dedi 🙂 Seslendirmeye ilgisi başta ablası Yeşim Kopan’dan olmak üzere, anne tarafından geliyormuş.
Bu işi yapan en önemli isimlerden birinin Yeşim Kopan olduğunu birkaç kez vurguladı, ben de burada özellikle söylemek istedim 🙂
Benim merak ettiğim konulardan bir tanesi de kendini karakterlerle nasıl bu kadar özdeşleştirebilmesiydi. Yekta’nın sesini duyduğunuzda sevdiğiniz bir karakter veya seslendirmesini yaptığı karakterlerden birini gördüğünüzde direkt Yekta’nın aklınıza gelmesi başarısını kanıtlıyor bence. Bu konuda gayet mütevazi bir şekilde teşekkür etti. Bir yerde sesimi duyunca, bu o karakter mi denmesi beni çok memnun eder, insanların ortak hafızasında yer edebilmişse ne mutlu bana dedi. Bir yandan da seslendirmede ne yaptığımı bildiğinden bahsetti.
Seslendirme ile ilgili gelen sorulardan biri üzerine, bu alanda kariyer yapmak isteyen bir kişinin nasıl bir eğitim alması gerektiğini de konuştuk. Yekta burada, konservatuvar okumalarını önerdiğini ama seslendirmenin sadece bununla ilintili olmadığından bahsetti. Seslendirmeciler bilirler, çok başarılı, tiyatro sahnesinde ağzımız açık izlediğimiz kişilerin mikrofon karşısında konuşamadığı çok olmuştur dedi. Tam tersi, hayatında hiç konservatuvar eğitimi olmadan, diksiyon eğitimi olmadan harikalar yaratanlara da tanık olduğunu söyledi.
Yazarlık
Yekta’yla canlı yayın yapmadan önce, yazarlığa nasıl başladığını bilmediğimi fark ettim. 2000 yılında Fildişi Karası adlı ilk öykü kitabı çıkmıştı. Öncesinde de Hayalet Gemi dergisinde yazıyordu. Ama yazmayı sevdiğini nasıl keşfettiğini bilmiyordum. Çocukken çevreniz neden oluşuyorsa, siz o oluyorsunuz, dedi Yekta. Dedesi, ablası, ailesinde hep daktilo, defter, kitap gördükçe kendini bu dünyanın içinde bulmuş. Bir yandan da doğuştan meraklıymış. O yaşlarda tuttuğu günlüklerden 14-16 yaşlarında yazar olmaya kesin karar verdiğini fark etmiş. Birçok yere yazı yollamış, çok fazla reddedilmiş ama yazmaktan hiç vazgeçmemiş, bundan başka bir şey düşünmüyormuş. Kendim için yazıyorum diyor.
Canlı yayın öncesi Yekta’ya sormam için gelen sorulardan bir tanesi de: “Bir kitabı tekrar okuma şansınız olsaydı, bu hangi kitap olurdu?”. Bu şans olur olmaz okuyorum, mesela Suç ve Ceza’yı kaç kere okuduğumu bilmiyorum, dedi. Kafka’nın bazı kitaplarını, Asterix ciltlerini tekrar tekrar okurum. “Tekrar okumak istediğiniz kitapları hemen dönüp okuyun!”
Bu konuyla ilgili son olarak da günümüzde Türkiye’de çok tanınmayan, yeni yeni kitapları çıkmaya başlayan ama bundan beş sene sonra herkes onun kitabını okuyacak dediği yazarları sordum. Keşke daha önceden söyleseymişim, çünkü birkaç isim verip diğerlerini unutursa çok üzüleceğini söyledi 🙂 Aylin Balboğa, Engin Türkgeldi gibi birkaç isim verdi ama listenin aslında çok daha uzun olduğunu, kendi hesaplarından ara ara böyle öneriler paylaştığını söyledi. Ben böyle bir liste için söz almaya çalıştım ama siz şimdilik Yekta’nın hesaplarını ve yayınlarını takip ederseniz, önerilerini görebilirsiniz.
Çizgi roman
Yeni bir çizgi roman geliyormuş! Hazırda varolan bir şey değil ama Levent Gönenç ile üzerinde çalışıyoruz dedi. 2022 diye planlıyorlarmış ama 2023’e de kalabilirmiş.
Türkiye çizgi romanı çok seven bir ülke değil. Türkiye’de çizgi roman genelde yaramaz çocukların dersten kaçmak için okuduğu hayta işi bir şey olduğundan ve bunu aşmanın zorluğundan bahsetti. Bu yüzden de Sarmaşık acaba ne kadar karşılık bulacak diye korkuyorlarmış. Beklentinin dışında bir şey olmuş ve Türkiye’de ilk baskısını bu kadar hızlı tüketen ilk çizgi roman olmuş Sarmaşık.
Çizgi roman demişken Burcu’nun (Burcu, Yekta’nın biricik eşi – canlı yayını izleyenler anladı :)) Kitabevi Güncesi’ni konuşmadan geçmek istemedim. Uzun yıllar boyunca Yalvaç Abi Kitabevi’ne gelenleri gözlemleyip, anılarından yola çıkarak aldığı notları hem yetişkinler hem de çocuklar için uygun bir kitap haline getirmesi bana sorarsanız çok orijinal bir fikirdi. Yekta da bunun Türkiye’de de yıllardır unutulmuş bir tarz olduğunu söyledi. Okudunuz mu bilmiyorum ama gerçekten çok keyifli bir çizgi roman. Burcu Ural Kopan’ın yazdığı, Gökçe Akgül’ün çizdiği Kitabevi Güncesi’ni merak ederseniz, buradan satın alabilirsiniz.
Ve son…
Ben aslında seyahatler konusunda çok umutluydum bu senenin başında, bir yerlere gidebiliriz diyordum ama şu an pek mümkün gözükmüyor tabi. Şu günler geçip de seyahat edebilmeye başladığımızda nereye gitmek ister diye de sordum. İlk olarak arabayla Bükreş’e gideriz ailece dedi 🙂
Hepimizin aklında birçok yer var. Ama gerçekten şunu söyleyeyim, gezmek sadece sınıfsal bir eylem değil. Yani sadece gezdim, gördüm, fotoğraf paylaştım değil, “zihin zemini değiştirmek” dedi.
Smile and Travel’ı da sordum tabi 🙂 Onunla ilgili de çok güzel, benim için gurur verici şeyler söyledi. Daha motive bir şekilde devam!
Not: Bu yazıyı hazırlarken canlı yayını birkaç kez izlemem gerekti, vaktiniz varsa gerçekten izleyin. Biz yaptık diye demiyorum, çok keyifli olmuş 🙂
*Yazıdaki tüm fotoğraflar Yekta’nın Instagram hesabından alınmıştır.