Ana sayfa Kültür - Sanat Bakışın Gücü Üzerine Bir Yolculuk

Bakışın Gücü Üzerine Bir Yolculuk

yazan Derin Tekin

Benim için mitoloji, felsefe ve sanat her zaman birbirini tamamlayan ögeler olmuştur. Bir müze gezerken, mitolojik bir hikaye okurken veya felsefik bir tartışma dinlerken, aklımda her zaman bu üç öge iç içe geçmiş şekilde gözlerimin önünden akar. Bu akışı sağlamakta akademik hayatımın oldukça önemli bir rolü olduğunu sanıyorum.

Akademinin bana kattığı en güzel şeylerden biri Édouard Manet’e olan hayranlığım oldu. Sosyal konulara karşı eleştirel ve gerçekçi yaklaşımı beni o kadar etkiledi ki sanat ve kültüre olan ilgimi tetikledi desem yeri. Manet deyince aklıma gelen imaj ise güçlü kadınlar. Manet’nin resimlerindeki kadınlar, etkisi ve anlatıları aslında günümüzde de güncelliğini koruyor.

Günümüze değinmeden önce, biraz zamanın güç kavramlarını inceleyelim. Kadın ve güç kelimelerini bir araya getirdiğimizde aklınıza ilk kim geliyor? Benim, mitolojik bir figür 🙂 bir ipucu vereyim, yılanlar… Medusa!

Medusa, Yunan mitolojisindeki en önemli antagonistlerden birisi olarak karşımıza çıkar. Üç Gorgon kardeşten biri ve aralarındaki tek ölümlü olan Medusa, yılan saçları ve gözlerine bakanları taşa çeviren laneti nedeniyle bir canavar olarak anlatılır. Ancak hakkında az bilinen, antik Yunanca’dan çevrilince isminin “koruyan, muhafaza eden” anlamına geldiğidir. Nasıl öldüğü1 ve tanrıça Athena’nın ünlü kalkanı2 da düşünülünce bir yandan oldukça uygun bir isim.

Benvenuto Cellini, Perseus and the head of Medusa, 1545-1554

Her ne kadar özünde kötü bir karakter olarak karşımıza çıksa da, mitlerden gerçek dünyaya döndüğümüzde, Medusa feminist felsefede bakışlarının gücü ve dominant kişiliği ile ön plandadır. Merak eden okuyucularımız Hélène Cixous’nun “The Laugh of the Medusa” makalesine göz atabilirler.

Manet’nin zamanına (1832-1884) bir bakış attığımızda, sanat dünyasının en önemli güç figürleri olan “Salon”lar karşımıza çıkıyor. Salonlar, sanatçıların tanınmalarına olanak sağlayan ve eserlerini sergileyen prestijli sergi alanlarıydı. Bir sanatçının eseri, ancak jüri onayı alması halinde burada sergilenebiliyordu. Yani eserlerin bir kısmı da skandal olarak adlandırılarak reddediliyordu, aynı Medusa’nın toplumundan dışlanması ve yalnızlığa sürülmesi gibi.

1863’te devrim niteliğinde bir aksiyon gerçekleşti… Napoleon III, jüri tarafından reddedilen eserlerin sergilenmesine olanak sağlayan Salon des Refusés3 sanat sergisini açtı. Bu sergide aslında günümüze kadar uzanan, modern dönemden Paul Cézanne, Camille Pissarro ve Édouard Manet gibi birçok ünlü sanatçının dışlanmış eserlerine alan açtı.

Salon des Refusés’den önce, sosyal kurallar gereği çok belirgin ve net bir güzellik anlayışı vardı, realizm ile resmedilirdi. “Venus of Urbino” ve “Grande Odalisque” dönemin güzellik anlayışına göre çizilen en önemli eserlerden ikisidir.

İki resimde de kadınlar masum bir yüze sahiptir. Venus of Urbino’da uyuyan köpek sadakati simgelerken elde tutulan gül aşkın ve hizmetliler de zenginliğin göstergesidir. Grande Odalisque’te ise egzotik bir harem atmosferi oluşturur. Yılan gibi uzun ve kıvrımlı bir vücuda sahip olması, güzellik anlayışının getirilerinden biridir. Kırılgan yapılı, narin bakışlar ve sakin atmosfer… Ünlü sanat eleştirmeni John Berger’in, dönemin kadınlarının rolünü eleştirdiği yorumuyla, izleyicisini memnuniyeti için orada bulunan çıplak kadınlar…

Édouard Manet’nin resimleri de işte tam burada devreye giriyor, toplumun kabul gören değerlerine karşı dikilen aynalar olarak. Günlük yaşamı resmeden Manet, aynı zamanda döneme damgasını koyan hayat kadınları ile evli erkeklerin yaşadığı ilişkileri de resimlerine taşıdı. İşte tam da bu nedenle Salon’a kabul edilmeyen “Olympia” ve “Le Déjeuner sur l’herbe” eserleri Salon des Refusés’in duvarlarında yer buldu.

Resimlerdeki başrollerin cüretkar bakışlı hayat kadınlarına ait olduğunu, kadınların ellerinin ve ayaklarının karanlık olmasından, ve tehditkar atmosferden anlıyoruz. Aynı zamanda birkaç sembolizm de bu savı destekliyor: Olympia’nın yanındaki siyahi kadın, müşteri tarafından gönderilen çiçek ve bilezik, yatağın kenarındaki kara kedi (köpeğin aksine kedi sadakatsizliğin, köleliğin ve hayat kadınlığının sembolü olarak kullanılır). Le Déjeuner sur l’herbe’in gerçeküstü atmosferinde ise müşterisi ile piknikte olan bir kadın izlenir. Manet’nin kabul edilen düzene başkaldırısını ve yeni özgür konuların işlenmesine olan cesaretlendirmesini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.

Bu iki eser izleyicilere bir şok etkisi yarattı. Evli veya değil, erkeklerin hayat kadınlarını ziyaret ettikleri biliniyordu ama gizlice yapılan davranışlardı. Bunun ulu orta ilan edilmesi, toplumun hayat kadınlarıyla ve onların özgüvenli bakışlarıyla yüz yüze gelmeleri bir tokat hissiyatı yarattı. Bu şekilde eserler nasıl “güzel” kabul edilebilirdi ki?

Manet’nin eserlerindeki bu bakışların gücü aslında tüm çıplaklığıyla gerçeği ortaya döküyordu. Gizli gizli görüşülen hayat kadınları da aslında toplumun içinden, insanların sokakta veya dükkanlarda gördüğü insanlardı. Bu kadınlar günlük yaşamın parçalarıydı. Onlar da herkes gibi normal bir hayata sahiptiler. Güneş batana kadar… Akşamları, büründükleri farklı görünüşleri nedeniyle toplumdan dışlanıyorlardı ve Medusa’nın sahip olduğu kaderi yarı zamanlı olarak yaşıyorlardı. Hayat kadınlarının aksine, Medusa’nın laneti sürekli yaşıyor, rolü değişmiyor.

Medusa günümüzde olsa nasıl yaşardı diye hiç düşündünüz mü? Belki bir eşarp ile saçlarını örtse, bir güneş gözlüğü ile gözlerini, gücünün kaynağını saklasa günümüz dünyasında modern bir kadın olarak yaşamını sürdürebilirdi. Belki de bir canavar olarak anılmazdı. Belki de Olympia gibi toplumda o da kendi yerini bulabilirdi.

Son olarak, ters taraftan bakıp kendi kendimize düşünmek için iki soru:

  • Toplumda bir yer edinebilmek için bakışlarımızı saklamalı mıyız?
  • Güçlü ve alışılmadık yanlarımızı saklayarak yaşamak bizi biz yapar mı?

1. Medusa Athena tapınağının güzel ve bakire rahibelerinden birisidir. Güzelliği Poseidon’un dikkatinden kaçmaz ve tanrının tecavüzüne uğrar (kimi kaynaklarda deniz tanrısı Poseidon’a aşık olduğu söylenir). Yaşananlar sonrası Athena’ya dua eder ve O’ndan af diler ancak Athena Medusa’yı lanetler. Artık kimse gözlerinin içine bakamayacaktır (yoksa taşa dönüşür) ve yalnız bir yaşam sürmek zorundadır (çünkü yılan saçları ile korkunç bir görünüşe sahip olduğundan yaşadığı toplum kendisini kabullenmez).

2. Medusa, Yunan mitolojisinin yarı tanrılarından Perseus tarafından yenilir. Athena Medusa’nın kafasını kalkana yerleştirir ve bu kalkanı savaşlarda bir silah olarak kullanır.

3. Salon des Refusés’in açılışı tarihte çok önemli bir yere sahiptir. Fransız akademisinin güvenilirliğini zedelemiş; alternatif ve gayriresmi sergilere olan ihtiyacı göstererek sanata farklı estetik ve anlayışların oluşmasına önayak olmuş; ve yeni form ve akımları desteklemesiyle İzlenimcilik (Impressionism)’e zemin hazırlamıştır.

İlginizi Çekebilir

4 Yorumlar

Münire 13/05/2020 - 16:20

Kadın güçlü yada güçsüz her zaman bir antagonist ‘tir. Dersem,acaba konuyu özetlemiş olur muyum 🤔
Antagonist’i doğru anlamışsam tabi ki.

Cevapla
Münire 13/05/2020 - 16:49

Cellini’nin medusa heykeli👌
Perseus’un yüzü ile medusa’nın yüzünün tamamıyla aynı oluşu ilginç değil mi?👌(dudaklardaki farklılığı saymazsak)
Cellini’nin kendi yüzünün de perseus’un kafasının arkadında yer aldığını ekşi sözlükte yazıyor ?
Bu da ayrıca ilginç değil mi?😍

Cevapla
Avatar photo
Derin Tekin 21/01/2021 - 23:11

Selam Münire, kusurumuza bakma lütfen, yorumunu geç gördük ama cevapsız da bırakmak istemedik. Eğer feminist yazarlara ve felsefecilere sorarsak evet 🙂 antagonist, hikaye kahramanlarının karşı olduğu baş kişilerdir. Cixous gibi feminist bakış açısıyla yazan ilk yazarlar kadının antagonist olarak konumlandırılmalarına eleştirel metinlerle yaklaşmışlardır.

Cevapla

Bir Cevap Yazın